9 Temmuz 2014 Çarşamba

ERGENEKON’UN DERİN KÖKLERİ



5 Ağustos 2013 günü Türkiye için çok şey ifade eden tarihi bir gündü. Doksan yıldır Türkiye toplumunu dizayn eden derin yapılanmalardan deşifre edilen Ergenekon ayağı davası nihayet sonuçlandı. Açıklanan cezalar toplum vicdanında karşılığını bulamamıştır. Verilen cezalar bir kısmı, bizim de vicdanlarımızda soru işaretleri bırakmıştır.

Davanın hukuki yönünü ilgilendiren kısmını hukukçulara bırakmak gerekir. Davanın, varsa eğer hukuki boşluklarını artık hukukçular yorumlayıp değerlendirebilirler.

Türkiye’nin demokrasi tarihinde bir milat olan ETÖ davasının sonuçlanmasıyla, Türkiye’deki derin yapılanmalar tamamen bitirildi mi? Her Türkiye vatandaşı gibi bende bu soruya evet demek isterdim. Ama maalesef hayır.

Son dönemlerdeki Ergenekon ve Balyoz davaları gibi davalar ile bu yapılanmaların ancak %30’u deşifre edilebilmiştir. “Ergenekonvari” yapılanmaların (%70’i) iş dünyası, finans, emniyet ve bürokrasi ayakları hâlâ faaldir. Asıl tehlike derin yapılanmaların bir nevi mutasyona uğrayarak kendilerini siyaset (özellikle iktidar partisi) ve dini cemaatlere içerisinde kamufle etmiş olmalarıdır.

AK Parti ile F. Gülen cemaati arasında son dönemlerde açığa çıkan siyasi çekişme, hem iktidar hem de cemaat içerisine sızmış Ergenekonvari derin yapılanmaların bir provokasyonu olabilir mi?  

ETÖ operasyonu ve davası ile birlikte daha fazla derine inen ama daha rahat hareket edebilen bu derin yapılanmaların Türkiye’de bir mezhep çatışması meydana getirmeye çalıştıkları bilinmektedir.

ETÖ yapılanmasını anlayabilmek için 28 Şubat döneminin A. Kalkancı, F. Şahin, M. Gündüz gibi isimleri ve yaptıklarını  bir kez daha hatırlatmakta fayda vardır. Bunlarla bağlantılı  olarak 2000’li yıllarda T. Güney’in (şu an Kanada’da yaşıyor) kendi ifadelerinde birçok cemaate sızdığını itiraf etmesi bu tür yapılanmaların varlıklarının her zaman mümkün olabileceğini gözler önüne sermektedir.

Bu yapılanmalar bunun da ötesinde yeni bir operasyona başlamış görünüyorlar. Biraz uçuk gelebilir ama Türkiye’de cemaatler arası bir çatışmanın zeminini hazırlıyorlar.

Cemaatlerin varlığı bir arada yaşamamız için birer rahmet olması gerekirken, kendi aralarındaki siyasi nüfuz çekişmeleri nasıl açıklanabilir. Hatta kimi cemaatlerin kendi üyelerindeki çok farklı eğilim ve düşünce yapıları, birbirine tahammülsüzlük, kamu hizmetlerindeki taassupçu yaklaşımlar toplumun birlik ve beraberliğini, toplumun mayasını bozabilecek boyutlara ulaşmıştır.

İktidar partisinin ustalık dönemi diye tabir ettiği üçüncü döneminde, kamu kurumlarında görülen rüşvet, vurdumduymazlık, adam sendecilik, tarafgirlik uygulamaları neden engellenemiyor? Ve bu uygulamaları görmezlikten gelen bürokratlar kime hizmet etmektedirler.

Devlet idaresi ile kamu hizmetlerinin dağıtımında; etnik köken, grup, parti, cemaat, takım, tarikat, kulüp mantığı olmamalı; aksi halde devleti oluşturan ana gövde çatırdamaya başlar.  Maalesef bugün bile birçok devlet kurumlarında  “Benden değilse işini yapmayın!”, mantığı devam etmektedir.

Tüm bu olumsuz uygulamaları ve devlet idaresindeki zaafiyetleri gören bu derin yapılanmalar, bu olumsuzlukları kendi lehlerine çevirmenin yollarını arayacaklardır.

Türkiye halkı olarak farklılıklarımızı zenginliğe dönüştürmenin yollarını aramalı, zayıflıklarımızdan faydalanabilecek olan Ergenekonvari derin yapılanmalara fırsat vermemeliyiz. 

(15 Ağustos 2013 tarihinde yayınlan bu yazı,  'http://www.haber111.com/Mehmet_MEMDOGLU+ERGENEKONUN_DERIN_KOKLERI_yazi942.html' "AK Parti-F. Gülen Cemaati" arasındaki çatışmanın habercisi niteliğindeydi...)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder